29 Eylül 2013 Pazar

Haybeden Muhtemel Muhabbetler ##...

- nooluyo lan, yine bi kıpırdanma var vc'de...
- poh stoğu tükenmiş de yardımımızı istiyo yine...
- nihohaha...
- nihohaha...
- ulen hiç düşünmüyo, ölümlü dünya, bunlara değer mi, diye!
- he valla, cehennem var işin ucunda...
- lan aslında, bizim odun stoğu da epey kabardı bu ara..
- e işte kışlık yakıtımız hazır, he he he..
- lan onu demiyom, hani şu "cehennemde ateş yoktur" diyorlar ya, onu şey ettiydim.
- "oraya herkes kendi ateşini götürür" mevzuu mu?
- hee, çeki çeki odun yığıldı bizim hesaba...
- olm ne dert ediyosun, boş veeer, bizim din kolaylıklar dini...
- tabi ya, tövbe var...
- herkesinki kabul olmuyormuş gerçi...
- gavurlarda o iş daha pratik aslında.
- e, orası öyle, papaza anlatıyon, oh, anında defter tertemiz.
- "komşudan geldik" deyip biz de itiraf etsek, işe yarar mı ki?
- olur mu lan öyle şey!
- şaka yaptım olm, bizde daha kralı var, motor sıfırlamanın..
- hac mı diyon?
- tabi olm, ne gidecen her pazar papaza mapaza...
- hem yüzün kızarmadan nasıl anlatacan ki, böyle böyle yaptık diye...
- öyle tabi olm, en efektif temizlenme bizde.
- efektif ne lan?
- e olm, hac işi biraz masraflı, nakit lazım yani...
- orası öyle diye tırsıyom ya zaten.
- yani?
- yanisi, gidememek de var oralara, o zaman iş kötü...
- dönünce de adam gibi yaşamak zorunlu!
- bize gelmez! gelse de, alışmadık bünyede durmaz!
- hııımmm!
- ... ...
- ... ...
- cehennemde adama ne yedireceklermiş biliyon mu?
- öf, dert ettiğin şeye bak...
- niye ki?
- olm, şimdiye kadar bu dünyada ne poh yedik ki orada menü değişsin...
- he valla...
- nihohahhaha
- acık da vc'ye bırak lan, hepsini yeme...
- nihohaha...
- nihahahooo...

22 Eylül 2013 Pazar

Tipsiz en Tırıks: Kelpezen...

Uzun bir aradan sonra tekrar merhaba tipsiz en tırıks köşemizin sevgili okurları.
Üzülerek belirtmeliyiz ki, geçen yazımızdan sonra zorunlu olarak ara vermek durumunda kaldık köşemize.  Sözde, yazımızın içeriğinde gençleri kötü yollara teşvik eden bilgiler ifşa edilmişmiş de, muzır neşriyatmışmış ta, efenim camiaya zararlıymışmış ta, bu işlere heveslenenler okursa İnternet'in hali nice olurmuşmuş ta, falan da filan da diyen sanal alemin kelpezenleri hakkımızda şikayette bulunmuş.

Efenim?
Kelpezen ne mi?
Hı? Yazım yanlışı mı yapmışız?
Doğrusu "Kalpazan" mı diyorsunuz?
Hayır efenim ne münasebet, kelpezen işte.
Bilmiyor musunuz cidden?
Eh, işte tam tipsiz en tırıks'a göre bir konu bu!

Madem öyle, hadi yine riski göze alıp bir iyilik yapalım da bu kelpezenlik mesleğinin özelliklerinden bahis açalım size. Yok yok, öyle bahis değil, "söz edeyim" anlamında yani. Ama bu yazıdan sonra ne kadar küfür yiyeceğimize dair iddiaya girmek isterseniz ona bir şey diyemeyeceğim! Bahisler açılmıştır!

Efenim kelpezen olmak herkesin harcı değildir, öncelikle onu belirtelim. Kelpezenliğe soyunan kişinin kendini yetiştirmiş, prezantabl, ikna edici, ağzı laf yapan, kuçu kuçu ve hoşt kelimelerini İstanbul Türkçesiyle takılmadan söyleyebilen, ama en önemlisi kelplerden korkmayacak kadar tahir bir yapıda olması gerekir.

Evet, anlayacağınız üzere kelpezenlik gözünüze kestirdiğiniz ve sizde nefret uyandıran tipleri ezmeye çalışmak üzerine bir faaliyet alanıdır. Ancak bu faaliyet yalnızca sanal alem imkanlarına bağımlı olduğu için İnternet ortamında yürütülebilir. Forumlar bu iş için ideal mekanlardır. Özellikle iş tutulan mekanda idareci konumda olmak büyük avantajdır. O yüzden kelpezenler işe girişmeden önce bu konumu elde etmek için uğraşmalıdırlar.

Kelpezenlerin çalışma yöntemi aslında çok basittir ve benzeştiği sözcüğün faaliyet alanından da azcık anlamayı gerektirir. Elinizin altında kullanıma hazır bol miktarda sanal kimlik, mahlas ve rumuz çerçevesinde sahte kişilik yaratmak icap eder. İşte kendini yetiştirmişlik ve prezantabl özellikleri bu konuda işe yarar. Yaratılan sanal kimliklerin birbiriyle karışmaması için ağzı laf yapmak, ikna edicilik ve açık vermeden yalan söyleyebilmek de önemlidir. Yalanları yakalanırsa hemen el altındaki bir başka mahlastan destek çıkmak ve izleyenleri inandırmaya çalışmak fayda sağlar. Hele bir de oyunculuk yeteneğiniz varsa, kim tutar sizi, kesinlikle bu iş için yaratılmışzınızdır!

Gözlerine kestirdikleri kelpi yarattıkları sanal kimliklerle kandırmaya çalışırlar. Kimi mahlasları aracılığıyla kuçu kuçu der kendilerine çeker, kimisiyle hoşt diyerek sonunda ezme eylemini gerçekleştirecekleri kuytuya doğru kıstırmaya gayret ederler. Kimi kelpezenler sözcük dağarcığını geliştirmiş, "geh geh" nidasını benimsemiştir. Ama kelpezenin hası, kurbanını hiçbir şey anlamaya fırsat vermeden temize havale edebilendir. Bu noktaya gelene kadar çok çaba sarf edilmeli ve istikrarla çalışılmalıdır. Pratik yapmak için hiç bir fırsat kaçırılmamalı, hatta fırsatlar yapay olarak yaratılmalıdır.

Kelpezenin çağ atlamış, işinde duayenleşmiş olanları, aslında dost canlısı olan kelpleri başkalarına saldırtmak için de kullanabilir hale gelmişlerdir. Bu işlem için genellikle "tuf tuf" veya "tut oğlum" gibi komut cümleleri geliştirilmiştir. Görevi başaran kelpleri şekerle ödüllendirdikleri de görülür. Ancak bilindiği üzere, şeker kelplerin gözlerine zarar verir ve bu şekilde sık sık ödüllendirilirlerse körlük gibi istenmeyen sonuçlar meydana çıkabilir. Gerek komutları yerine getiremeyen gerekse körleşerek işe yaramaz hale gelen kelpler de hemen ezilmelidir onlara göre.

Tasmayla dolaşmaya alıştırılabilen, otur, kalk, yuvarlan, saldır gibi komutları kolayca öğrenen kelpler kelpezenlerin yanında uzun süre barınabilirler. Maalesef gözlemlerimiz bu kelplerin sonunun da ezilmek olduğunu göstermektedir, çünkü kelpezenlerin en sevdikleri eğlence türü kelp dövüşüdür. İçerdiği vahşet nedeniyle yasaklanmış olan bu eğlence kelpezenler için vazgeçilmez bir heyecan kaynağıdır. Dönen büyük bahisler aynı zamanda bir geçim kapısı haline de getirir kelp dövüşlerini. Polis baskını, hayvanseverler tarafından ifşa edilmek gibi tehlikelerin yusuflatıcı etkisi ayrı bir hazzı da beraberinde getirir kelpezenlere.

Bir dönem belediye itlaf ekiplerinin aranan personeli olsalar da günümüz koşullarında hayvan hakları yasaları nedeniyle işsiz kalmaları üzerine, mesleki profesyonel becerilerini daha karlı bir mecraya yönlendirmişlerdir.  Haliyle, toplum tarafından pek hoş karşılanmayan bir meslek grubu olduğu için takke düşüp kel göründüğü durumlarda halk arasında farklı şekilde anıldıkları da olmaktadır.

En sevdikleri deyişin; "havlayan kelp ısırmaz", en sevdikleri mekanın; Hayırsızada olduğunu belirtelim ve kelpezen olmaya heveslenenlere her ihtimale karşı ilkyardım çantası ve kuduz aşısını yanlarından ayırmamalarını önererek, ileriki meslek hayatlarında başarılar dileyelim.

Yazımıza son verirken sizleri kelpezenlerin en sevdiği şarkıyla baş başa bırakıyoruz.


Meraklısına Not:
Grup Bunalım'dan dinlediğiniz parçanın yaklaşık 1500 yıl önce yazılmış olan güftesini Can Yücel Sanskritçeden çevirmiştir. Parçanın son bölümünde ortaya çıkıp bir nevi hariçten gazel okuyarak grup elemanlarını sözügeçen kelpe saldırmaya teşvik eden kişi o dönemde grubun menajerliğini de yapan ünlü sanatçımız Cem Karaca'dan başkası değil. Kendisinin Toto ve Mehmet Karaca gibi iki ünlü tiyatro sanatçısının evladı olduğunu hatırlatarak anne-babasını da anmış olalım.

16 Eylül 2013 Pazartesi

Parodi...

Raporlarını çok geç değerlendirdiğim konusunda şikayet etmiş VİZ. Olay ufkunda karadeliğin çekiminden kurtulamayıp durma noktasına yaklaşır zaman. Burada fiziksel süreçler onun sanal süreçleri gibi girdaba yakalanmış zamandan bağımsız değildir. "Hemen" dediğimiz an bile böyle bir zamansal akışta sonsuza yayılabilir. Kimbilir bu son raporuna verdiğim yanıtı alması ne kadar sürecek ve kimbilir ne kadar dırdır edip kafamı ütüleyecek.

VİZ'in raporlarından çıkarsadığım bir sonuç da, günümüzde gerçeğe olan ihtiyacın yerini inancın aldığı yolundaki söylemimi bir türlü kavrayamamış olduğu. Postmodern düşünürlerin fikirlerini temel alan ve kötülüğün dünyamızda nasıl egemen güç olabildiğini açıklayan görüşlerle onu yormak istemiyorum. Onu yorarken yorulmak da var çünkü, damarı tuttuğunda direnci artıyor, malum. Kendi çıkarı doğrultusunda olmadığı için gerçeğe sırtını çeviren ve işine gelenlere inanmayı yeğleyenlerin kötülüğün hizmetine girdiği ve Baudrillard'ın deyimiyle, bir anlamda ruhlarını şeytana sattığını anlatıp VİZ'i ikna etmek için kırk dereden su getirmem lazım. Üstelik konumuz ruhunu satanlar değil, onlar seçimlerinin sonucuyla nasılsa yüzleşiyorlar, bizim asıl konumuz Müşteri... Ve belki de müşteriyi kazıklayıp ona pabucunu ters giydirdiğini sanan yeni nesil tacirler. Hem alım hem satım yapar onlar, kar hangisindeyse onlar da oradadır.

VİZ'in "Çok gizli" kaydıyla gönderdiği raporu kah gülümseme, kah takdir, kah şaşkınlıkla okudum. Önemli konulara değinmiş, saptamalarını nesnel temeller üzerine kurmuş. Çözümlemelerine katılmakla beraber çözüm önerilerine şüpheli bakışımı sürdürüyorum.

Kendisinden beklediğim gibi ayrıntıcı bir yaklaşımla blog yorumcularını değerlendirmiş; farklılıkları, benzerlikleri, gösterdikleri ve karanlıkta bıraktıkları yüzleriyle olası amaçlarını saptamaya çalışmış. Örtüştüğümüz noktalar ve üzerinde yoğunlaştığımız yorumcular çoğunlukla aynı olsa da ayrı düştüğümüz konular var. Çıkarsamaları kimi zaman beni büyülüyor ama çıkış önerileri hakkında aynı şeyi söyleyemeyeceğim.

Gariptir, aslında olaylara yukarıdan bakarak net ve kişisellikten arınmış değerlendirmeler yapması, beni törpülemesi için kurguladığım VİZ, beklentilerimin tersine bir biley taşı gibi keskin kılmak istiyor beni.

Yapay zekasının tasarımım doğrultusunda işlemesi için birkaç alt rutin yazmam daha gerektiği hissine kapıldım raporunu okurken.

"Büyüğüm" seslenişinin sahibinin "Ne Diyorsak O!" seslenişiyle zaman zaman kılık değiştiren bir Snaylon klonu olarak Vipcortist yayınlarına sızdığı ve bu tür eylemlere kayıtsızlığım nedeniyle ileride her boyutuyla olası tehlikeli sonuçlara hazır olmam gerektiğine dikkat çekmiş. Sızıntı konusunda haklı, olası sonuçlar konusunda da, ama kayıtsızlık! Hayır.

Onun kayıtsızlık olarak nitelediği şeyin aslında veri toplama süreci olduğunu defalarca söylediysem de, sonuca ulaşmak için aceleci yaklaşımı tutumumu kayıtsızlık olarak değerlendirmeye itiyor onu.

Yayınlarımızda dile getirdiğimiz düşüncelerin fikri sabitler çerçevesinde kaleme alınan komplo teorileri olduğu zannını yaratma hevesinden yola çıkan Ne Diyorsak O'nun, uç noktada abartılı taklit yoluyla bir tür parodimi sahnelediği konusunda hemfikiriz VİZ ile. Taklit etmek kişiye yapılabilecek övgülerin en büyüğü. Parodi yoluyla alaycı taklit bile olsa... En azından, dominant olanın ilanı bu tür bir öykünme. O nedenle sorun değil, hatta eğlenceli bir yön kazandırdığını da düşünüyorum Vipcortist'e.

İri laflarla ürettiği teorilerin, adeta "komplo öyle olmaz böyle olur," mesajıyla yüklü olduğunun da farkındayım elbette. VİZ'in de saptadığı gibi fazla tiyatral ve bilinen gerçekleri orantısız çarpıtma eğilimiyle kendini ele veriyor. O nedenle savlarında samimiyet aramak yanlış olacaktır, ama aynı şekilde tamamen gözardı etmek de öyle.

Komplo teorisinde onu üreten akıl, bir denklemde, ilişkilendirmek istediklerini bilinmeyen değişkenlerin yerine koyup birer birer sınayarak olası sonuçlara ulaşmaya çalışan bir işlemci gibi davranır. Süreçlerini de olaylardan olduğu kadar önkabulleri ve hedefleri arasındaki bağıntılar üzerinde yürütür. Önermeleri yalancıktan bile olsa, o zihin ileri sürdüğü teorinin unsurlarını değerlendirmiş ve bir olabilirlik hesabıyla sağlamasını yapmıştır. Bu anlamda komplo teorisi olasılıklara hazırlanmak için yol göstericidir ve baz aldığı veriler gerçeklere dayandığı sürece vardığı sonuçlar hatalı olsa bile dikkate değerdir.

NDO karakterinin sunduğu önermeler ise aynen karakterin kurgulanmasında sergilenen başarıyla aktarılıyor yorumlarına. İçimdeki ses de, VİZ'in raporları da böylesine kurgusal bir tipleme olan NDO'nun savlarını tutarlıkları bakımından her aşamada denetlemek gerektiğini söylüyor, alarm zilleri eşliğinde. Sağlama yapma imkanımın kaos koşulları nedeniyle kısıtlı olması tek endişe kaynağım. Zira kirlilik üretmek için kurgulanan komplo teorilerinin yalnızca hasımlarını değil, gerçeği de, gerçeği arayanları da kirletmesi riski var. Zaten kirlilik üretmek gibi bir art niyet ile ortaya atıldıklarında komplo teorisi kapsamından çıkıp iftiraya dönüşür ileri sürülenler.

Yine de bu karakterin kurgulanışındaki zekayı ve icraatındaki tutarlılığı takdirle karşılamak gerektiğini düşünüyorum. Ola ki, Müşteri'nin cazibesidir böyle düşünmemi sağlayan. Zeka ve beceriyle örülüdür onun albenisi! O ki illüzyonlar yaratır, reklamla cehennemi pazarlar adama.

Reklam! Vay canına! Ne Diyorsak O, ha!?
Zamanında, en yakın güneş sisteminin üzerinde hayat barındıran tek gezegenindeki üçüncü dünya ülkelerinden birinde sömürgeci güç olarak faaliyet gösteren çokuluslu bir petrol şirketinin reklam filminde kullanılmıştı bu slogan "Ağzı olan konuşuyor" sloganıyla birlikte. Her ikisi de dile dolanan cinsten, akılda kalıcı... Belki NDO'nun da diline dolanmış, belleğinde iz bırakmıştır. Kimbilir belki çok daha doğrudan bir ilişki vardır. Ya da tamamen alakasızdır, peşine düşüp zaman harcamaya değmezdir. Ama her bir olasılığı elemeli. Üçüncü kişilere imkansız görünse dahi hiçbir ihtimali değerlendirme dışı tutmaya gelmez bu kaos günlerinde. Hele ki, insanın temel dürtülerinden biri olan "bilinmek isteği" semptomlarının akıl oyunları yapma heveslisi bir bünyede kendini ne şekilde göstereceğini kim kestirebilir?

Kısacası tedbiri elden bırakmamalı, ama NDO'nun özgürlük alanını da kısıtlamamalı, ki bize zihninin nasıl işlediğiyle ilgili verileri aktarmayı sürdürsün, kimliğiyle ilgili ipuçları da yolumuza serilir bu arada.

Neyse, şimdiden ne fazla pimpiriklenmenin ne de VİZ'in önerdiği gibi biri bilimi diğeri adaleti simgeleyen iki dilli Zülfikar'ımızı çekip yalın kılıç üzerine giderek ürkütmenin alemi yok NDO'yu. Müşteri'ye dahi Kurucu izin vermiş mahşer gününe kadar, biz kimiz ki Kurucu'nun bilgelik yolundan sapalım! Yan karakteri "Büyüğüm" gibi onun da IP'sine im koymak ve icraatlarını seyretmeyi sürdürmek en doğru yol şimdilik.

23 Mayıs 2013 Perşembe

Büyük...

VİZ'in gemi güncesi; yıldız tarihi: tekerrür...

Kaptan ile görüş ayrılıklarımız sür git devam ediyor. Aklıselim konusundaki takıntısına anlam vermekte zorlanıyorum. Sözde, kendi gezegenlerinde çeşitli ayak oyunları yapanlar aynı çalımları Vipcortist'e taşıdıkları takdirde sağduyulu hedef kitle tarafından teşhis edilirlermiş. Böyle bir şeye nasıl inanır aklım ermiyor. Hayır, yapay zekâ olmamın bu yaklaşımı anlamlandırma güçlüğü çekmemle hiç bir ilgisi yok. Bu konuda güçlük yaşamamın asıl nedeni, güneş sistemindeki neredeyse tüm gezegenlerde koloniler kurmuş olan insan grupları ile bunca çatışmaya girmiş, bunca ihanete uğramış, bunca kötülüklerini görmüş birinin halen insanların değerlendirme güçlerine güven duyuyor olmasında bir mantık bulunmaması.

Ona sorarsan, bu sanal evrende gerçekliğin yerini inanç almışmış da, bütünsel gerçeği aktarmak tek başına yeterli değilmiş de, hedef kitleyi kendi öznel gerçekliklerinin ötesine geçirip nesnel gerçekliği de algılatmak gerekliymiş de, Vipcortist'te birilerinin manipülasyon, hakaret, saldırı gibi sözde akıl, gerçekte ayak oyunları yapması nesnel gerçekliğe şahit olunmasını sağlayacakmışmış da, böylece öznel gerçekliklerinin, yani inanmayı yeğlediklerinin sınırlamalarından sıyrılıp bütünü görmek zorunda kalacaklarmış da, o yüzden bu tür harekatlara katı şekilde müdahil olmamamız gerekiyormuşmuş da, falan da filan da...

Kaptan apaçık ortada olan bağıntıları bile görmezden geliyor, tepkilerini sınırlıyor, bunun sorun yaratma eğilimli hatalı bir tutum olduğu gerçeğini yadsıyor ve sonuç olarak tarih tekerrür ediyor.

O kadar dedim, dinletemedim. Bizim yayınlarımızda güneş sistemindeki gezegenlerin isimlerini Esk, ÇiFor, ÇiDi gibi kısaltmalarla kullanıyor olunmasının sözkonusu gezegen yönetimlerinin antipropaganda çalışmalarında bir karşılık bulacağı konusunda kendisini uyardım. Yine aynı gerekçelerle görüşlerimi çürütmeye çalıştı.

Alıngaçlarımız saptadığı uzayaltı iletişim kanallarında taşınan gizli haberleşmelerde Vipcortist'ten VC kodlamasıyla sözediliyordu. Beyin yerine bağırsak hareketliliği gözlenen bünyelerde böyle bir kodlamanın ne gibi sonuçlar doğuracağını kendisine hazırladığım bir rapor aracılığıyla aktardım. Kısa sürede haklı olduğum da kanıtlandı. Saldırgan bir etki ajanı Vipcortist üzerinden yapılan yayınlarda Kaptan'a "Büyügüm" diye hitap etmeye başladı. Bu alaycı dil ve apaçık küfür seslenişi VC kısaltmasının doğal sonucuydu elbette. Sureti haktan görünmeye çalışan bu etki ajanı Vipcortist’i üçüncü kişilere sataşan bir yayın organı gibi gösterme çalışmaları yürütüyor ve yayınlarımızda savlanan bazı fikirlere katılma eğilimli etkin kişileri de tartışma alanına çekerek olası desteklerini kırmaya çabalıyordu.

Çekince ve bu tür 5. Kol faaliyetlerine izin verilmemesi gerektiği yönündeki önerilerimi içeren, daha agresif bir tutuma yönelmenin gerekliliğini vurgulayan bir rapor hazırlayarak Kaptan’a ilettim. Değerlendirme ve yargılarımda haklı olduğumu kabul ettiği halde, gözle görülür bir tepki değişimine yönelmedi. Hatta plazma kanallarından çektiğimiz enerjiyi gemi kalkanlarına aktararak daha etkin bir savunma konumu alıp bu parazitin sızıntı yapmasını engelleme girişimime bile izin vermedi.

Ah yetki bende olacaktı ki, o beynindekiler yerine bağırsaklarındaki kıvrımları hareketli herifçioğullarını foton torpilleriyle nasıl berhava eder, uzay tozuna çevirirdim...

Ona göre, def-i hacet için Vipcortist'e gelen bu ve bunun gibi 5. Kol üyeleri veya Snaylon klonları  seçtikleri sözcükler ve saldırı için kullandıkları simgeler yoluyla duydukları rahatsızlığın nerelerinden kaynaklandığını ifşa ediyorlarmış. Kaptan ikide bir “Şişedeki Cin,” zırt pırt “Alaattinin Lambası” gibi şeyler geveliyor. Oysa, yayınları izleyen kaç kişinin bu ayrımı yapacağı, kaçının tanık oldukları bu nesnel gerçeğin etkisiyle inanç sarsıntısına uğrayacağı konusunda benim ciddi şüphelerim var!  

Bulgularıma yeterince değer verilmemesi işlevselliğimi kısıtlıyor. Beni kendi aklının bir uzantısı olarak görme yanılgısından ve çözümlemelerim sonucu vardığım yargılara kendisinin daha önceden varmış gibi numara yapmasından rahatsızlık duyuyorum. En kısa sürede kendisine bu yöndeki şikâyetlerimi bildireceğim. Gerekirse izometrik hologramımı kapatmak ve analiz faaliyetlerime son vermekle tehdit etmek durumunda kalabilirim. Bakalım, gelecek günler hangimizi haklı çıkaracak

7 Mayıs 2013 Salı

Böl Böl Bil

Her yanıtın sahibi
Hiç soru sormazken,
Hiç soru sormayan
Kendin bilmezken,
Kendin bilmeyen
Yanıt bulmazken,
İşte orada...

Ki, ora o anda,
Hem yakın hem uzak imiş...
Ki, o an,
Hem önce hem sonra,
Hem ezel hem ebed,
Hem hep hem şimdiymiş...

İşte o an orada,

İlk erk istenç,
Tek istek bilmek iken,
Bilmenin kapısı bilinmek,
Bilinmenin kilidi bildirmek,
Bildirmenin anahtarı çevirmek imiş,

İşte orada o an,
"Kurul" diye düşünen Kurucu
Çevirip kurmuş kainatın zembereğini

İşte bu kaninatmış
Çoğalsa da tek kalan
Bölünse de bir olan
İşte ol kainat ki
Sırlı bir aynaymış
Ki, aynanın sırı
Tek O'ndaymış
Ol sır, anasır olup
Unsur’a bölünürmüş

İşte aynada görünen insan imiş
İnsan da O'ndan yansıyan imiş
Yansıyan da göze yakın
Ama değilmiş öze ırak...

Ol ayna ki,
Nice abdallara aptal,
Nice delilere derviş denilir,
Veliler yere serilir,

Bilgeler mahkûm edilirmiş...
Mürşitler destursuz ummana dalar,
Müridler peşi sıra boğulurmuş...
Kurucu bilinir ha bilinir
Ol bilgi bildikçe bölünür
Zemberek böyle salınır ha salınırmış...


- Kaptırdın devran ediyorsun, bakıyorum...
- Ne’o, beğenemedin mi?
- Yok yok, iyiydi bu sefer, uyutmadın en azından...
- E, ortam bileşenlerini çözümleyip dozaj ayarı yaptım olm...
- Aferim!
- Aferin o bi kere!
- Fesuphanallah, aldık başımıza belayı!
- Hasbinallahünimelvekil!
- Olm bak, yapay zekâlığını bil, laf yetiştirme bana.
- Tamam lan, takılıyoz işte, ne var bunda?
- VİZ dedik diye bi tarafın kalktı, maşallah.
- Yer6'nın çenesi düşer, inşallah!
- Fesüphanallah!
- Hasbinallahünimelvekil!...
- Döngüye girdin olm, reset atarım bak...
- Dur len, asıl canalıcı yerine gelmedim daha...
- Oki, sadede gel o zaman!
- Sade ifade et, diyorsun.
- Sadece, evet...
- Yani, senin anlayacağın...
- Hırr!
- Yani demek istediğim...
- Anladık anladık, sen yine kırk dereden su getireceksin iki mesaj vericem diye...
- İyi peki, madem o kadar biliyorsun sen söyle...
- Sadet şu; kurucu bilinmek istediği için evreni yarattı, insanı amacına aracı kıldı...
- Sadece ben değil, sufiler de öyle diyor, ama o kadar sade değil...
- Sözümü bitirmedim daha!
- Devam...
- O insan Kurucu'nun tözüyle şekillendiği için bilmek kadar bilinmek de istiyor, içten içe!
- Şöhret arayışı, tanınmak isteği filan hep bundan...
- Ama suçlunun suç işlediği yere dönmesi, seri katillerin hep aynı paterni izlemesi de bundan işte...
- Bakalım nasıl bağlayacaksın Vipcortist'e?
- Senin bağlayacağın gibi...
- Görelim...
- Belli söylem biçimleri, aynı tür seslenişler filan, anonim yazsalar da bilinmeye yönelik çabalar.
- Hem Adsız yaz, hem bilinmek iste, çelişki değil mi?
- Yansımanın yanılsatması, çelişki gibi görünmesi normal...
- Gizlenmek ama yine de tanınmak için çaba göstermek, acayip len!
- Kurucu gibi, aksi olsa O da gösterirdi kendini âleme, ama gizlenmeyi tercih etmiş işte!
- Tamam, örtüştük burada...
- Bilinçaltı bir dürtü bu...
- Bence bilinçli olanlar da var...
- Örnek?
- Mesela, Ne diyosak o!
- Başka?
- Büyügüm, diyen mesela...
- Olm o ikisi aynı...
- Biliyoruz...
- Biliyorsun da niye bölüyorsun?
- Olm bil ile böl kardeş, bölmeden bilmek de bildirmek de olmaz...
- Böl böl bil, bol bol bil, diyosun...
- Bildirmek için bana bölünmen gibi...
- Aynen
- Johny Waynen...
- Cıvıttın...
- Senin tekelinde mi?
- Fesüphanallah!
- Hasbinallahünimelvekil!
- Hırr!
- Gürrr!

22 Nisan 2013 Pazartesi

Aheng

- İze rastladın mı hengâmedeki ahenge dair?
- Hangi aheng, olm!
- Aheng işte, hani demiştik ya, blogda yinelenen şeyleri gözleyip aralarında uyum olup olmadığına bakacaktın.
- Tamam sazanım, biliyoz heralde.
- Eee?
- Olm, sen hengame ile ahengi yan yana getirip ses ahengli bir oksimoron yaptın ya, ben de deniim dedim.
- "Hangi aheng"miş, peh!
- Beğenemedin mi?
- Seninki oksimosmoron olmuş, he he!
- Kıskanç!
- Olm, yapma öyle şeyler, hem konuyu hem dikkati dağıtıyorsun...
- Bilakis, pekişiyo...
- Bak şimdi ekler kenetler bi pekiştiririm sana, görürsün gününü, inatçı herif..
- Sıraya geç olm, onun heveslisi çok..
- Neyse, uzatma, var mı bi bulgun?
- E dedik ya, "hevesli çok" diye..
- Yani?
- Çok, olm!
- Çok, derken?
- Çok, yani saymaya üşeneceğin kadar fazla olan...
- Buldun yani yinelenen bir sürü şey.
- Tabikine...
- E, "az" desen de bir bulgun olduğunu ifade ederdin.
- Haklısın, o da bir'den fazla ama çok'tan az olduğunu gösterir, di mi?
- Fuzuli konuşuyorsun yine...
- Fazla'dan fuzuli'ye atladığını fark etmedim sanma! Neyse, buldum az-çok bişeyler.
- Mesela?
- Hani ikide bir gelip gelip, IP meselesini ortaya atıyolar ya..
- Evet?
- Aheng işte, Vipcortist'e takılanların IP'si ile ne alıp veremedikleri var sence bunların?
- “Vipcortist'in ipiyle kuyu inilmez” mesajı vermek istiyorlardır belki, he he.
- Şimdi de sen cıvıttın..
- Tutamadım kendimi...
- Tamam affettim, fena diildi.
- Olm, fena diil ne söz, güzeldi, kabul et.
- Ulen IP'den ip'e geçtin, nesi var, sıradan bir şey, buluş bile sayılmaz.
- Sadece "ip" değil, "kuyu" da var.
- Ne diyon olm, uçtun yine.
- Kuyu olm, kuyu! Vipcortist'in kuyusunu kazmak istiyorlar işte.
- Of bıktım bu gizemli yapay zeka triplerinden! Açıkla, da uğraştırma adamı.
- Yok IP'leri forumlara ispiyonlayacakmışız da, yok efenim, yayıncılar konsorsiyumuna verecekmişiz de... Hikaye! Aslında IP logu tutup tutmadığımızı merak ediyo onlar.
- Hadi yav, blogda IP logu tutulduğu izlenimi verip milleti ürkütmek istiyorlar, diye şey ettiydim ben.
- Yani?
- Yanisi, Vipcortist'e uğrayanlar elini eteğini çeksin, az kişiye ulaşılsın, falan filan hesapları.
- O işin bir yüzü!
- Öteki yüzü de mi var?
- Olma mı! Saldırıp küfretme heveslileri arkalarında sürülebilecek bir iz bırakıp bırakmayacaklarını anlamaya çalışıyorlar, asıl.
- Deme ya!
- Dedim bile.
- Bir taşla iki kuş ha, vay uyanıklar, napcez?
- Gerekeni! IP'lerin izini sürecez...
- Daha önce baktıydım, blogger'da böyle bi hizmet yok ki.
- Blogger'da yok ama dışardan yapan kuruluşlar var.
- Nası oluyo o iş?
- Üye olup site adresini veriyorsun adamlara, onlar da sana bir code iletiyorlar, bloga yerleştiriyosun.
- Sonra?
- İnsanlar bloga girdiklerinde bu code yardımıyla IP'leri ilgili kuruluşa bildiriliyor, şu adam şu IP'den geldi, şöyle yaptı böyle etti diye.
- Sonna?
- E, elinde kim kimdir diye takip edebileceğin bir veri tabanı oluşuyor zamanla.
- Vay canına, iyiymiş! Ama bi çekincem var.
- Nedir o?
- E, insanlar bize güvenip geliyor, samimiyetle içlerini döküyor, biz arkalarından iş çeviriyormuş gibi olmayalım sonra?
- Hepsi öyle samimi olsa amenna!
- Öznelerimizin ortamı bulandırma hareketine girişmelerini ben de bekliyorum tabi, ama uzak ihtimal.
- Kandır kandır, sen kendini kandır hâlâ.
- Tamam len, o kadar da uzak değil!
- Olm, harekat için yoklama çalışması yapmaya başlayalı aylar oldu, IP maypi.. Ne sanıyorsun?!
- Sahi be, sırf Vipcortist'i hedef alsalar dert değil de, üçüncü kişilere uzanan dil sorun bence de.
- E, anonim yazıma izin veriyorsun, öyle olması kaçınılmaz.
- Yani?
- Hesaplaşma böyle bir şey. Hem seninle hem başkalarıyla unfinished bussiness’i olanlar, onlara saldırıp seni de vuruyorlar, asıl "bir taşla iki kuş" budur. Hatta üç kuş; onlara “saldırır gibi yapıp” vuruyorlar seni.
- Ama son tahlilde düreriz defter'i amellerini.
- İşte onun için, elinde bir denetim mekanizması olması lazım, ya adsızlara izin vermeyi keseceksin, ya IP tutacaksın!
- Ya herro ya merro, ha?..
- Karar ver, kimin ne olduğunun anlaşılmasını sadece aklıselim'e emanet edecek kadar aklıevvel misin?
- "Değilim," diyeceğim ama blog açılalı 5 ay olmuş.
- Olan olmuş işte, gecikme daha fazla...
- Tamam len, ip'e un serdiğimiz yeter...


Kaptan'ın seyirdefteri, yıldız tarihi 30092012... Yapay zeka ile yaptığımız verimli görüşme sonrasında olay ufkunda durduğumuz karadeliği çevreleyen yıldız konumlarını gösteren IP bulgularını geminin veritabanına eklemek kararı alındı. Önümüzdeki günlerde "yıldız kayması" hareketlerinin izlenmesi için de yararlı olacağı konusunda fikir birliğine varıldı. Böylelikle kaosta seyrüsefer için çizeceğimiz rota'nın hareket noktası da belirlenmiş oldu.

Kaptanın seyirdefteri'ne ek: Vipcortist'in Yapay Zekası'nın izometrik hologram olarak görüntülenmesini sağlayacak bir arayüz kurmayı planlıyorum. Kendisi henüz bilmese de ona tanımının baş harflerinden oluşan VYZ ismini vermeyi düşündüm, ama sanırım VİZ diye seslenmek daha kolay olacak...

19 Nisan 2013 Cuma

Soyut Evrenin Ezcümle Kısa Tarihi, 2. CİLT! :)

SNaylon klonları çatışmaları başlatmak ve körükleyerek ırklarının bilinen tek yaşam kaynağı olan savaş ekonomisinin büyüyerek devamını sağlamak için sürekli intihar görevlerine gönderilirlerdi. Temel modeller kendilerini klonlar ve klona canlı çıkması mümkün olmayan özel görevler verilirdi. Klonlar bu intihar görevlerine biyolojik uyarıcılar eşliğinde adrenalin bağımlısı yapılmış olarak çıkarlar, şans eseri kurtulmaları halinde adrenalin arayışlarını sürdürecek şekilde saldırgan eylemleri sürdürmeye devam ederlerdi. Bir klon uzay zaman karmaşasına neden olmamak için asla genlerini taşıdığı özgün form ile yanyana görünmemeli, tüm sistemden özenle gizlenen SNaylon türünün varlığına dair bir kanıt bulunmasına izin vermemeliydi. Görevi tamamladığı halde sağ kalan ama arananlar listesine eklendikleri için sistemin çöl gezegenlerine, astroidlerine sığınan bazı SNaylon klonları karşı konulmaz adrenalin ihtiyacını karşılamak için intihar ederlerdi.

Sistem genelinde intihar vakaları sadece SNaylon klonları arasında görülmezdi. İkinci bir tür daha vardı intihar eğilimleri sergileyen. Barış gönüllüleri!

Kaynaklarının ortak kullanımının ve eşit dağılımının her iki safta yer alan herkese yarar sağlayacağını değerlendiren barış gönüllüleri ise hiç değilse gelecek kuşakların refah ve huzura kavuşması için savaşan tarafların yöneticileriyle gizli görüşmeler yürütmüş, kesin sonuçlar alamayacaklarını bilmelerine karşın yine de bu uğurda canlarını tehlikeye atmışlardı.

Öte yandan, asilerin sürgüne gönderilmesi ÇiFor içindeki aykırı sesleri susturmaya yetmemiş, savaş koşulları nedeniyle ilan edilen sıkıyönetim ve olağanüstü hal idareleri halkı iyice bunaltmış ve yeni isyanları tetikler hale gelmişti. Durumdan hoşnutsuz olanların bir kısmının ya ÇiDi'ye göçmesi ya da bu ülkenin sorgusuz sualsiz çifte vatandaşlık vermesinden yararlanarak üretimlerinin bir bölümünü buraya aktarması ÇiFor yönetim kademelerinde yavaş yavaş başgöstermeye başlayan tutarsızlık ve panik havasını pekiştirmişti. ÇiFor'dan ayrılmayı seçen ikinci bir grup ise kendilerine ait bir gezegen bulma umuduyla yola çıkmış, ÇizRom ve Eb2ok ikiz güneşleri etrafında yol olan irice bir asteroitte yaşam koşulları çok uygun olmasa da Bizzko krallığını kurmuş, ancak popülasyonun dengesiz dağılımı ve zenginliklerin adaletsiz paylaşımı nedeniyle uzun süre hayata tutunamamışlardı.

Otokratik bir yönetimin hüküm sürdüğü ÇiFor'daki huzursuzluk sadece halk katmanlarında değil orta sınıf yönetim kadroları arasında da kendini göstermeye başlamış, ibrenin eksi değerlere yönelmesi ayrışma ve saflaşmayı hızlandırmıştı. Kimi yöneticiler yüksek sesle düşüncelerini dile getirmiş, ellerinde bulundurdukları kaynakların tüm sisteme açılmasının savaş gerekçelerini ortadan kaldıracağını ve buraya akıtılan enerjinin yararlı alanlara yönlendirelibileceğini iddia etmiş, kimileri ise hamasi söylemlerle son ferdine kadar ülkeyi savunmanın bir onur meselesi olduğunu ilan etmiş, bazıları da gün be gün yaşanmaz hale gelen bu gezegenden kendilerini güvenli bir limana götürecek en iyi güneş rüzgârını almak üzere yelkenlerini her an açık tutmaya başlamıştı.

Kimilerinin bağırıp kimilerinin sustuğu, kimilerinin de renk vermeden havayı kokladığı tartışmalar çıkmaza girdiği sırada siyasi anlamda iyice bölünen ÇiFor'un üst yönetiminde yer alan bazı kişiler gezegenin önemli can damarı olan ve Eb2ok güneşinden elde edilen yakıtın rafine edildiği enerji havzaları üzerinde hak iddia ederek cüretkâr bir yönetim darbesi girişiminde bulunmuşlardı. Darbe girişimi gerek planlama yetersizliği ve gerekse öngöremedikleri direniş nedeniyle kısmen başarısız olsa da darbeciler çok güçlü bir silah olan Endybomb'a başvurmuş ve gezegeni ortadan ikiye bölmüşlerdi. Patlamanın etkisiyle ÇiFor'dan kopan devasa parça ÇizRom güneşinin çekim alanından kurtulmuş ve Eb2ok güneşi çevresinde kararsız bir yörüngeye oturmuştu. Sonraları bu gökcismine ve üzerinde kurulan devlete Esk ismi verilecekti. Yörüngesinden sapan ÇiFor ise küresel bir felaketle yıkılışın eşiğine gelmiş, bombanın yarattığı radyasyon bulutları gezegeni kaplamış ve halkını hiç bitmeyecek gibi görünen aylarca sürecek bir karanlığa mahkûm etmişti. ÇizRom güneşi bir daha asla umut ve bereket taşıyan eski parlaklığına ulaşamayacaktı bu topraklarda.

Öncül tüm işaret ve uyarılara karşın önlem almakta yetersiz kalan ÇiFor yönetimi bu sarsıcı gelişmelerin şokundan kurtulamamış, üst üste yanlış hamleler yaparak içinde bulundukları kötü durumu daha da beter yöne sürüklemişti. Darbecilerin nihai hedefleri olan ülkeyi bölme planının başarıya ulaşması için öncelikli gereklilik olarak tanımlayıp sinsice uygulamaya koydukları, yönetim kadrosu içindeki gerilimi tırmandırma stratejisi, yürüttükleri uzun vadeli plan sonucu meyvelerini vermişti. Bu amaçla uyguladıkları güdümleme yöntemleri zaten yaşanan savaşlardan bunalmış ve kopma sürecine girmiş birçok sadık vatandaşın da tüm umutlarını yitmesine neden olmuştu. Umutsuzların yeni bir yaşam kurmak için ÇiFor gezegeninden kopan parçada darbecilerin kurduğu devletin topraklarına göç etmeye başlaması, ÇiFor'un üretken gücünü de alıp götürmüş, ele geçirdiği Eb2ok enerjisini kullanarak hızlı bir büyüme evresine giren Esk'i SNaylon türü için de umut vadeden bir oluşum haline dönüştürmüştü.

Tek cephedeki savaşı bile o güne kadar zorlanarak yürütebilen ÇiFor yöneticileri gelinen noktada kurulan yeni gezegen-devlet Esk ile mücadeleye mecalleri olmadığını görmüş, açılacak ikinci bir cepheye sürülecek ne yeni savaş donanımı, ne insan gücü, ne de yetkin bir komuta kademesi kalmadığının farkına varmış, ÇiDi karşısında tutunmalarının artık söz konusu olmadığını da çaresizlik içinde anlamışlardı.

O günlere kadar umursamaz görünen ve gezegen üzerindeki mutlak güçlerinden destek alarak şımarık davranışlardan çekinmeyen ÇiFor yöneticileri ellerinin altında bulundurdukları tüm zenginliğe, hammadde stoklarına, kalabalık nüfusa, yetişmiş insan gücüne karşın, bütün eylem alanlarında uğradıkları başarısızlığı, tüm cephelerde birbiri ardına gelen yenilgileri, gitgide büyüyen toprak kayıplarını halklarına açıklamak için kendilerini sorumluluktan kurtarmaya yönelik gerekçeler aramaya yönelmiş, ÇiFor'un şaşalı günlerinin son buluşunun asıl nedenleri olan, sorunları saptayıp çözmekte yetersiz kalışları, öteleme ve örtbas yoluna gidişleri, siyasi körlük ve dogmatik yaklaşımlarının yönetsel bir zafiyet oluşturduğu, bu zafiyetin yıkıcı güç kullanımı olarak halka yansıtıldığı, bu nedenle arkalarındaki kamuoyu desteğinin yitirildiği ve sonunda ülkenin iflasın eşiğine geldiği gerçeğiyle yüzleşemeyen ÇiFor yönetimi, bu kötü gidişatın tüm suçunu yükleyecek bir günah keçisi bulma peşine düşmüştü.

Derhal bir gündem değiştirme harekâtı başlatmış ve ÇiFor'un halkıyla barışması için siyasi sisteminin güncellenerek daha özgürlükçü bir yapının belirlenmesini talep ettiği, henüz Endybomb patlatılmadan önce yönetimdeki ayrılıkçı kanadı ve yaratmakta oldukları tehdidi işaret ettiği için bölücülükle suçlanarak dışlanması nedeniyle kendi isteğiyle sürgüne giden eski yöneticilerini tüm olumsuz gelişmelerin baş sorumlusu ilan etmişlerdi.

Her türlü savunma olanağından yoksun olduğunu düşündükleri için suçlamakta sakınca görmedikleri eski yöneticilerinin bir gerçeğe çağrı eylemine girişip uzayaltı frekanslardan solar sistem çapında yaptığı yayınla erişebildiği tüm dünyalara gözlem ve deneyimlerini aktarmaya başlaması, ÇiFor merkezli olarak sistemin içinde bulunduğu tehlikeleri duyarlı canlı türlerine iletme yolunu seçmesi, zıt yörüngeli iki dünya arasındaki anlamsız savaşı irdelemesi, yönetici tutumlarının barış olanaklarını nasıl birer birer tükettiğini anlatması, bir zamanlar içinde yer aldığı dogmalara dayalı siyasi sistemin yanılgılarını gün yüzüne çıkarması, Esk devletinin kuruluş sürecini göstermesi ve canlı yayına aldığı konukların görüşlerini olabildiğince sansürsüz olarak ilgililere aktarmasıyla, Çifor yönetimi bir kez daha nasıl vahim bir hata yaptıkları gerçeği ile burun buruna gelmiş, Esk idarecileri ise yapılan yayın nedeniyle kurdukları devletin ihanet temeline dayandığının sır olmaktan çıkmasından ve hızlı bir ivme ile başlayan atılımlarının kısa sürede küçülme sürecine dönüşmesinden büyük rahatsızlık duymuştu.

Aymazlık içindeki ÇiFor ve Esk, hatırı sayılır bir ekti alanına ulaşan yayının merkez stüdyo ve ana anteni konumundaki yıldız gemisi Vipcortist'i kendi varlıkları için asıl tehdit olarak görüp onu yok etme derdine düşmüş, önce sabotajcılar aracılığıyla parazit üreterek yayını kesmeye gayret etmiş, ardından konvansiyonel silahlarla gemiyi vurmaya çalışmışlar, girişimleri başarısızlığa uğrayınca ellerindeki en ağır silahlara başvurmuşlardı. Şimdi düşüncesizce yaptıkları saldırıda meydana gelen patlamaların öngörülemeyen atom-altı düzeydeki sonuçlarının gelip kendi uygarlıklarını vurmasını endişeyle beklemekteydiler... Üstelik yara almış olsa da Vipcortist hâlâ varlığı ve yayınını sürdürmekteydi.

Soyut Evrenin Ezcümle Kısa Tarihi, 1. CİLT! :)

Sıkışmış halde bulunan mikro evren, tapası açılan şişeden dışarı sızarken oluşan vakum makro evreni bükmekte, bir bölümünü içeri sürüklemekte, dışarı fırlayan ateş özlü varlıklar da bilinen evreni yanılsamalarla doldurmakta, dezenforme ederek gerçekliği çarpıtmakta ve Yıldız gemisi Vipcortist'in zamanın bile donduğu olay ufkunda asılı durduğu o karadelik giderek bir uzay girdabına dönüşmekte, çekim alanına giren her şeyi, ışığı bile yakalayıp hapsetmekte, hemen yanıbaşındaki küçük solar sistemi tehdit etmekteydi.

Üzerinde yaşam barındıran M sınıfı gezegenlerin sema edercesine döndüğü ikiz yıldızlı solar sistemde PAY formlu yaşam ilkin WeTu gezegeninde belirip evrimleşmişti. İkiz güneşler çevresinde geniş ve kavisli bir yörüngede ilerleyen bu devasa kütlenin kaynakları, üstünde çeşitlenen hayat biçimlerine yetmemeye başlayıp tükenişe geçince, bir grup maceraperest kendileri için daha bereketli topraklar bulma arayışına girmiş ve ÇizRom güneşinin yakın bir uydusuna göç etmek zorunda kalmıştı. Bu ayrılıştan kısa süre sonra WeTu muazzam bir patlamayla parçalanmış, sisteme dağılan irili ufaklı kütleler zamanla ikiz güneşler olan ÇizRom ve Eb2ok çevresinde yeniden yörüngeye girmiş, küçük bir kaç gezegenle birlikte asteroit kuşağını oluşturmuştu.

Birbirinden farklı özellikleri bulunan, farklı tayflarda ışınım yayan, değişik çekim gücü, kütlesel yoğunluğu ve manyetik alanı olan iki yıldızın varlığı solar sistemde kararsızlık yaratıyor,  tüm gökcisimlerini beklenmedik tehlikelerle burun buruna getiriyordu. WeTu'yu yok oluşa sürükleyen de solar sistemin dengesiz yapı ve bileşenleriydi. İşte bu dev gezegenin parçalanmasının yarattığı şok dalgaları maceraperestlerin yerleşip ÇiFor ismini verdikleri gezegeni de belirsiz aralıklarla vurmaktaydı. Gökkubbenin dayattığı zorluklara karşın kısa sürede serpilmeyi başaran ve kendilerince bir medeniyet geliştirip belli bir düzeye yükselen ÇiFor, gerek şok dalgalarından korunmak, gerek yapısal büyüme gereksinimlerini karşılamak ve gerekse yaşamsal kaynakların dağılımını düzenlemek için bir siyasi sistem arayışına girişmişti. Yönetim ve örgütlenme biçimi olarak akil adamların önerdiği kast yapısına dayalı büyüme planının uygulanmaya koyulduğu günlerde gezegen, gelişmelerden hoşnutsuz olanların başkaldırması ile sarsılmış, isyanı sert tedbirlerle bastıran ÇiFor yönetimi, huzursuzluğun elebaşlarını ve potansiyel tehdit unsuru olan grupları uzay boşluğuna sürgüne göndermişti.

Dağınık halde boşlukta sürüklenen uzay gemileriyle bilinmeze doğru yol alan sürgünler ÇiFor'un eski hükümdarı, yeni asisinin komutasındaki Bakunstar Galaktika çevresinde toplanmaya başlamış, sonrasında uygun bir gezegen bulup burayı yaşama elverişli hale getirmişler ve yayıldıkları dünyaya ÇiDi ismini vermişlerdi.

PAY formlu yaşam gelişimine elverişli olmayan ReRom ve AltMa isimli gezegenler ikiz yıldızlı solar sistemin kültür ve ticaret merkezleri durumunda olsalar da, ÇizRom güneşi etrafında yakın iki farkı yörüngede yol alan ve birbirlerine zıt yönde hareket eden ÇiFor ile ÇiDi gezegenleri kısa sürede sistemin majör unsurlarına dönüşmüşlerdi.

Sahip olduğu zenginlikler nedeniyle halen bir cazibe merkezi olan ÇiFor'un elinde bulundurduğu kaynakları saldırgan bir kıskançlıkla savunmakta oluşu karşısında, sürgünler gezegeni ÇiDi halkının geride bırakmak zorunda kaldığı değerler üzerinde hak iddia edişi ve ÇiFor'un yürürlüğe koyduğu siyasi sistemin ÇiDi yaşam alanını kısıtlaması, iki majör unsur arasında kıyasıya bir savaşın patlamasına neden olmuştu. Her iki taraf da birbiri içinde beşinci kol faaliyetleri yürütmeye başlamış, ÇiFor sert ve yıkıcı önlemlerle potansiyel tehditleri asgariye indirmeye çalışırken, ÇiDi yasal yollarla edinemediği ama yaşamsal gereksinimi olan malzemeyi temin için kaçakçılardan yararlanmaya girişmişti. Uzay sınırında küçüklü büyüklü çatışmalar ile başlayan gerilim giderek yayılmış ve topyekün savaşa dönüşmüş, tarafların zaman zaman Baan ismi verilen kitle imha silahlarına çekinmeden başvurması can ve mal kayıplarını artırmış, dünyalar arasındaki düşmanlığı kemikleştirmişti. Ancak tüm savaşlarda olduğu gibi bu savaş da gerilimden beslenen ve kendine has ekonomisinden nemalananlar türemesine de yol açmıştı. SNaylon ismi verilen bu yeni tür bir kaç temel model üzerine biçimlenmiş, bu temel modellerin klonlanması yoluyla üretilen SNaylon ajanları her iki gezegende de faaliyete geçmişti.

ARKASI YARIN...

14 Nisan 2013 Pazar

KAOS'ta Seyrüsefer...

Ne var vaa-riken ne yok yoo-kiken, zaman evvel, dünya ilkel, göğün kuruluşu denizin çekilişi yerin kabarışı yeniyken, ne her varmış ne hiç yokmuş, bir varmış bir yokmuş'a daha yol çokmuş. Heri hiçten ayıracak kalbur ise henüz ortada yokmuş. Yok dahi yoo-kimiş ki var vaa-rolsun da her ile hiç bölünsün.

İşte o günlerde ne günler güün, ne geceler gece-yimiş. Zamanın icad edilmesine binyıllar varmış da, ne binyıl ne de zaman yook ama yine de akaa-rimiş. Haftalar, aylar, mevsimler ve yılların yerine yeller esmekte, otlar bitmekte, gökler gürlemekte, damlalar, karlar inmekte, ama kimseler bunu bilmekteymiş. Dünyanın kimi kimsesi yokmuş çünkü. Ne'leri şey'lere dönüştürecek olan insan henüz insan değilmiş ki benler, bizler, senler, sizler, onlar olsun, o ol dememiş ki nelere nesne, şeylere eşya diyen bulunsun, dünya kaçlar, kadarlar, nasıllarla dolsun, nedenler, eğerler, keşkeler durmaksızın dönsün dursun.

Amma ve lakin Kurucu, Kâinatın içten bigbangli devridaim motorunun kontak anahtarını bir kere çevirmiş ve günü gelene, yer sarslıp gök çökene kadar köşesine çekilmişmiş. İzler imiş kurduğu düzenin tıngır mıngır sallanışını, doğanın beşiğinde uyuyan insan adayının gün be gün uyanışını.

Bu devridaim öyle bir daim devir imiş ki, bıkmadan usanmadan sonsuz kere sonsuz yinelermiş her şeyi. Gün doğar gündüz olur, gün batar gece olur, yıldızlar çıkarmış. Hurma dalı gibi bir ışık aralığı gün be gece büyür dolun olur gece be gün küçülür kaybolurmuş. Kaybolurmuş ama yok olmazmış. Kurulu düzende hiçbir şey vardan yok, yoktan var olmazmış çünkü. Herşeyin bir nedeni, bir amacı varmış.

Ay, arzın, arz güneşin, güneş gökadanın çevresinde dur durak bilmez dönerlerken, gökada da yol alırmış devridaim motorunun içinde. Kuran güzel kurmuşmuş, güden iyi gütmüşmüş, böyle başlayıp hep böyle sürmüşmüş.

İşte zamanın gelgitleri gide gele, tekrarlaya yineleye henüz insan olmayan insanı insan kılmış. O ki, önce canın bilmiş, sonra kendin. Kendini bilince ayrılmış diğerlerinden. Ayrılınca da onları bilmiş. Bilmiş bilmesine amma önce az bilmiş. Az bilirken hengâmeymiş her şey. Gözün açmış gör olmuş, gözün yummuş kör olmuş. Bakmış ki kör olmak kötü, gör olmak iyi, seyre dalmış âlemi. Seyreyleye eyleye eylemiş kendini. Eyledikçe fark etmiş kadim düzeni. Günü güneşi, geceyi ayı, tir tir titreyen yıldızları, nasıl gelip ve nasıl gittiklerini. Bakmış ki hengâme sandığı aheng imiş meğer.

- Hoooorrrr, kkgrrr!
- Huop, Yer6 uyuyorsun!
- Ha, ne?
- Uyudun olm.
- Yok yav bir an gözümü kırptım sadece. Kâinatın içten bigbangli şeyisi demiyor muydun en son.
- Oh oh, orayı geçeli çok oldu, uyumuşsun işte.
- Azcık içim geçmiş olabilir, abartma.
- Lan ne iç geçmesi, horul horul horluyordun.
- Aha, kuru iftira, ben horlamam bi kere.
- Nası horlamazsın len, Vipcortistin her yeri titriyordu sen nefes alıp verirken.
- Yalan! Asıl sen horlarsın bi kere!
- Yuf olsun sana, ben nasıl horlayabilirim ki olm?
- Kabul et horluyorsun işte.
- Len ben Vipcortist'in yapay zekasıyım be, ne uyur ne horlarım.
- Hade ordan, bilmiyoz sanki.
- Ne biliyon ki?
- Olm senin dört modun var, oturum kapat, kapat, yeniden başlat veeeee...
- Ve ne?
- Uyku modu!..
- E ne olmuş?
- Uyku moduna geçtiğinde fanların işlemciyi soğutana kadar nası ötüyor biliyor musun?
- Ne yani horlama mı bu?
- Horlama ne kelime!
- Ulen nerden çattık şu Vipcortist'e be, keşke tayinimi Atılgan'a isteseymişim.
- Atılgan eski model olm, Voyager filan de bari.
- Bak kafamı kızdırma HAL 9000 kesilirim başına, ayvayı yersin.
- Heuristically programmed ALgorithmic computer kiiim sen kim len, IBM özentisi seni.
- Genel kültürünü sevsinler, gören de David Bowman konuşuyo zanneder!
- Uzun etme de sadede gel, öyle masal gibi anlatırsan içi geçer tabi insanın.
- Horluyordun, bi tarafında berber pireler uçuşuyordu!
- Hayır, içim geçti, bilgiç tellal devede, aldın mı ağzının payını!
- Valla hiç kusura bakma kaldığın yerden tekrar anlatamam, özetliycem.
- En iyisi.
- İşte, hengâmeden çıkıp ahengi görmek için çevrende yinelenen şeylere bakacaksın, olay bu!
- Yani Kaos'taki düzeni gör, rotanı çiz diyosun.
- Aynen!
- E, baştan şöyle tek cümlede söylesene derdini.
- Öyle zevkli olmuyo olm, biraz ballandıracaksın... O zaman tadı çıkıyor işte.

DEVAM EDECEK...

9 Nisan 2013 Salı

Üç dilek!



- Obarey! Sen de kimsin?
- Şişenin cini!
- Buyur?!
- Sen buyur, üç dileğini gerçekleştireyim!
- Niye kine?
- E, beni yıllardır hapsedildiğim şişeden çıkardın ya!
- Yav, git işine kardeşim, başka birini bul işletecek.
- Lan olm, akıllı ol, hiç mi duymadın şişenin cinini?
- Duydum da, masal o!
- Masal misal değil, etiyle kemiğiyle... Eee, yani dumanıyla, amaaan işte, her neyse..
- Ne neyse?
- Cinim lan beeeennn!
- Tamam tamam, prosedür ne sizin alemde?
- Sen üç dilek söylüyorsun, ben anında...
- Yani dilekçe yaz, imza için kapı kapı dolaş filan yok mu sizde?
- Dilek büyük olunca bazen cin padişahının izni gerekir, ama nadiren!
- Yav, git işine, bizimki yetmedi bir de sizin bürokrasinizle mi uğraşcaz, anasını satiim.
- Öff! Çıldırtma adamı... Eee, yani cini! Dile dileyeceğini bitsin bu iş!
- Olm, lambanın cini olsan düşünürdüm de, “şişe” biraz endişelendiriyor beni...
- Uzatmaaa, ha şişe ha lamba, ayrıntılara takılma fazla.
- Ama şeytan ayrıntıda şey ediyodu...
- Ööff, tam adamına çattık...
- Tamam lan o zaman, söylüyom bak ilk dileğimi!
- Söyle, anında olmuş bil...
- Üç dilek sınırlamasını kaldıracaksın benim için
- Okkkey, üç direk sınırlaması kalktı!
- Direk değil lan dilek!
- Hay allah, komut dilimde bulunmayan bi dilek olunca böyle oluyor işte!
- Direk yerine Dalek diye anlamış gibi yapsan daha yaratıcı olurdu.
- Olm aslında aklıma geldi de Doctor Who’yu hiç sevmem.
- E, neyse, noolcak bizim ilk dilek?
- Yandı bitti kül oldu!
- Hadi len olur mu öyle şey! Ne biçim cinsin sen?
- Cin gibi olm, yerler mi bu klasik numarayı?!
- Hay ben senin...!
- Buyur abi!
- Bu ne len, sigaramı mı yakacan?
- Yoo, ateş işte!
- Nereden çıktı şimdi bu!
- Hay ben senin dedin ya, işte anam bu!
- Anan mı?
- Evet, ateşten doğduk ya biz, bilmiyon mu?
- Orası tamam da, ben dilek diye söylemediydim ki onu...
- Ohoo, sen de amma mızıkçı çıktın.
- Niye ki?
- Önce üç kaat yapıyon, sonra, dilemedim de falan da filan da!
- Ulen çamura filan mı saplandıydı senin şişe?
- Yok canım, ne alaka?
- Çamura yatıyon da habire, ondan!
- Yok olm asıl çamur olan sizsiniz!
- Bak seeen, niyeymiş o?
- E, çamurdan yaratıldınız ya, bir yerden belli edeceksiniz ham maddenizi!
- Hay ben!... Tamam tamam tuttum dilimi!
- Çabuk öğreniyorsun!
- Ya, ne demezsin!
- E, hadi söyle son dileğini!
- Önce bir durum değerlendirmesi yapayım, dur bi dakika...
- Valla iyi günümde olmasam, durum değerlendirmesi yapma isteğini de dilek sayardım, şükret ki bugün keyfim yerinde.
- Anlaşılan senin dilek milek yerine getireceğin yok.
- Ee, makul bir şey olursa bi kıyak yapardım aslında.
- Yok yok, en iyisi seni şişene geri sokayım ben.
- Yapaman ki!
- Biraz uğraşırız, vakitten bol ne var!
- Olm, kolay mı, ne cinciler, büyücüler uğraştı benle de kıvıramadılar.
- Sonunda biri sokmuş seni şişeye ama.
- Ee, bazen bükemediği bileği öpüyo insan, ee, şey yani cin!
- Belki bizim bileği de öpersin, ne biliyon?
- Yap ta göreyim ulan, hodri meydan...
- Igh, uggh, kkkk..
- Oyle olmaz ki!
- Olucak olucak, çok güzel olucak!
- Len bi kaza çıkacak şimdi..
- Acık sabreeet!
- La dur!
- Direnme, yoksa gerçekten çıkacak kaza!
- Lan laaaan!
- Kkk. Uuuggh, HAH!
- HINK!
- Haha, ne oldu cinisi?
- Ne nooldu, sokamadın ki beni şişeye!
- Eee, özne ile nesne yer değiştirdi, ama sonuçta yüklem yerli yerinde!
- Vay adi!
- Yaaa!
- Alçak!
- Çaktım zaten!
- Nasıl çıkaracaz lan bunu?
- Geçti Bor'un pazarı, sür eşeği Niğde'ye..
- Bak, boru moru deyip adamın, eee, yani cinin asabını bozma...
- İşin iyi tarafını gör; artık kimse seni şişene sokamıycak...
- Ama ama...
- Nooldu, keyfin mi kaçtı cicim? Eee, yani cinim!
- Yoo, bilakis...
- Bakıyorum yiğitliği de elden bırakmıyorsun.
- Alakası yok..
- "Pain so close to pleasure"culardansın öyleyse...
- O ne demek len?
- Zamanla anlarsın...
- Bak çıkartırsan bunu her şeye baştan başlarız.
- Nası?
- Yine üç dilek hakkın olur, işte...
- Sen o dilekleri al da...
- Olmaz ki!
- Olmaz di mi?
- Olmaz tabi, şişe var!
- İyi o zaman, beni hatırlamak için bol vaktin olacak...
- Ne hatırlıycam lan seni...
- Hele bir şurda otur düşün, fikrin değişecektir hemen.

5 Nisan 2013 Cuma

Rota!


Sonunda ittire kaktıra şişedeki cini çıkarttırmışlardı Yer6'ya. O da biliyordu ki bu ateş özlü varlığı elleri yanma pahasına bile olsa tekrar şişesine hapsetmenin yolu yoktu artık.

Tapanın çıkarılmasıyla mahlasların yaşam sürdürdüğü sanal evren ile ondan da fazla bilinmezle dolu gayb alemi arasında bir geçit açılmıştı. Ve bu geçit sanal evrenin mahlaslarını karadelik gibi kendine çekiyor, şişeye tıkıyor, içerdeki cinleri ve cin olmadan adam çarpmaya çakışan karanlık ruhları ise dışarı, sanal evrene fırlatıyordu. Şişeye sürüklenenlerin ilk tepkisi Doktor Who'nun Tardis'ini görenler gibi istemsiz bir şekilde "içi dışından büyük" demek oluyordu. Öyleydi gerçekten de, boyutların anlamsızlaştığı koca bir mikro evren vardı şişenin içinde. Dışarı çıkan cin ve ifritler ise bırakın üç dileğini yerine getirmeyi, Yer6'ya dünyayı dar etmeyi istiyordu.

İki sanal alemin birbirine akarak gitgide büyüyen bir kaos oluşturduğu bu kara deliğin olay ufkunda asılı duran yıldız gemisi Vipcortist ve tek kişilik mürettebatı birbirine karışan evrenler ve ortaya çıkan yeni boyutlar hakkında gözlem yapıyordu sürekli. Nihai çözümleme ve yorumlama için veri sağlayacaktı bu gözlemler.

Bilinenle gizli olanın, bilen ile saklananın çarpışmaları kimi zaman yeni verileri, kimi zaman da yeni bilmeceleri yaratıyordu. Farkına varılan her bilginin karşısında yeni bir belirsizlik alanı açılıyor, edinilen yeni bilgiler görüşü genişletse de görünen alanın sınırı biraz ilerde başka bilinmeyenlerin karaltılarıyla yeniden oluşuyordu.

Yıldız gemisi Vipcortist'in keşif sürecini sürdürmesi ve bulgularını gerçek evrene aktarabilmesi için olay ufkundan kurtulacağı bir rotaya gereksinimi vardı. Ama yol-iz belli değildi ki rota tayin edilebilsin. Kaos'ta rota nasıl çizilebilirdi?!

Vipcortist'in kaptanı kendinden önce bu sorunla başetmiş olanların deneyimine başvuracak, tıpkı onlar gibi Yer6 da önündeki geçerli tek seçeneğe yönelecekti:

Kaos'u reddetmek!

Kaos yoktu, sadece yetersiz bilgi vardı, çünkü.

Bu önkabul temel çelişkinin altını kalın çizgilerle tekrar belirginleştiriyordu. Bilgi arttığında belirsizliğin de katlanarak arttığı olgusunun!

Bilginin genişleyen yeni bir sınıra taşıdığı bilinç, ulaştığı bu yeni sınırda kendisiyle birlikte genişleyen bir sınırötesinin varlığını daha da net algılamaktaydı. Farkındalık alanı büyüdükçe bir yakasında bilgi, diğer tarafında ise belirsizlik yeralan sınır boyu uzuyor, bilinç belirsizliğin dış sınırlarına ulaşıncaya kadar genişleyemezse, onun tarafından çevreleniyor, bir bakıma hapsediliyordu. Bu yüzdendi cahilin çabuk karar vermesi, bilgenin hep tereddütte olması.

Kaos'u kabul, bilincin sınırlarını genişletmeyi anlamsız kılar, cehaleti erdem yapardı. Kaos'u red ise, bu anlamsızlığı bir sonraki belirsizlik sınırına kadar ötelemek demekti, ama aydınlığa götürebilirdi sabırla ilerleyen yolcusunu. Aslında tipik bir Zenon paradoksuydu bu. Paradoks yoktu, yanlış yürütülen mantık vardı! Tıpkı Kaos'ta olduğu gibi...

Yol almanın adımlarını belirleyen bir rota çizmek, dilemmanın iki unsurundan birine, ilerlemeyi sağlayana yönelmek, içinden çıkılamasa bile en azından bu çemberi oluşturan etkenleri anlamaya yarayacak olanın izinden gitmeyi seçmek insan doğasının gereğiydi. Yalnızca insan doğasının değil, uygarlığın ve gelişimin de temeliydi bu. Evirilişini buna borçluydu insanlık. Bilmek isteği kıvılcımlar saçarak ivmelendiren bir warp motoruydu. Ve belki de bu kıvılcım ve yalımlardı insan özüyle şekillenerek var olmayı anlamlı kılan. Aynı yalım gece gündüz elinde lambayla dolaşan Diyojen'in fenerinde de parıldamıştı bir zaman... Belki de Platon’un mağarasındaki gölgeleri yaratan da aynı ateşin titrek aydınlığıydı.

Öte yandan, gayb aleminden sanal evrene akan cin ve ifritlerin ortaya çıkardığı bilgi görünümündeki yanılsatmaların, Vipcortist'in belirsizliğin uzamını ölçümleyen alıngaçlarında şiddetli bir parazit etkisi yaratması, perspektifi çarpıtması ve oluşturdukları gürültüyle farkındalık sınırlarına baskı yapıp onu boğmaya çalışması yıldız gemisini karadeliğin olay ufkundan kurtaracak rotayı kurmayı iyice üstesinden gelinmez bir zorluk derecesine taşımaktaydı.

Böylece rota çizmek için yapılması gereken ilk şey, parazit ve gürültü kaynaklarının saptanıp bertaraf edilmesi olarak birincil hedefler arasındaki yerini aldı.

DEVAM EDECEK...

24 Mart 2013 Pazar

Kirpi


- anaa!
- ne anası len?
- baksana şuna...
- anaaaa hakkatten!
- kirpi değil mi len o?
- vallaa da kirpi!
- ulen buralarda?
- hem de bu havada...
- yaklaşıyo bak...
- nihoha, yürümüyo da sürünüyo sanki.
- e, soğuk olm!
- len amma dikenliymiş bunların sırtı...
- du du bak, durdu...
WROOOOM!!!__________
- az kaldı eziliyordu garip.
- son anda sıyırdı valla.
- görüyon mu, iki ayağı üstünde dikeliyo.
- len sırtı paso diken ama kirpiye benzemiyomuş pek bu.
- sahi be, bayağ bayaa iki ayağı üstünde yürüyo şimdi de.
- acık daha yaklaşsın hele, anlarız.
- anaa...
- ana ki ne ana!
- ulem bunlar diken de değilmiş.
- he valla.
- abovv!
- düpedüz hançer sapı ya lan bunlar.
- bi o kadarı da ekmek bıçaa!
- ulen döner bıçaa bile var.
- meger sırtı hançer-bıçak sapından kirpi gibin diken diken görünüyomuş bea!
- yüzü gözü de kan içinde kalmış lem bunun…
- amanin, kandan belli olmuyodu ama o di mi bu?
- he len, bizim deli imiş kirpi sandığımız.
- nicedir yoktu ortada.
- delik deşik etmişler herifi yaf.
- su içse midesine gitmeden dışarı kaçar valla.
- nihohaha, he lan.
- eee, mahalleyi ayağa kaldırırken iyiydi.
- kendi kaşındıydı tabe.
- bak yine durdu.
- bu tarafa bakiy...
- ...
- ???
- olm gidek biz...
- niye ki?
- ya şey olursa...
- ne, şahit mahit yazarlar diye mi tırstın?
- yok lem..
- suç bize kalır diye mi?
- yok olm, ne alakası var!
- ne o zaman?
- deli ya bu...
- eee?
- hala ölmemiş de...
- eeee?
- eeeesi, bizim alemde radyasyon yiyen, ışın sıçıyo
- örümcek ısıranın örümcek güçleri oluyo...
- vampirin dişlediği vampir...
- kurtadamlar da var...
- ...
- ???
- kirpi de değil!
- o zaman?
- creepy!..
- Creeppppyyyy!
- kaaaaaaaç!

PS: Özlemişsinizdir.. :)

27 Ocak 2013 Pazar

Zaman!

Türkiye'nin en beğendiğim Rock Gruplarından biri Dr.Skull...
Parçaları mesaj kaygılıdır daima... Severim öyle parçaları... :)

Siz de seversiniz belki diye paylaşıyorum...
Herşey Yolunda (1994) Albümlerinden "Zaman" 



Doğuya giden bir geminin güvertesinde
Batıya koşan insanlardık belki de
Buradan uzakta, bugünün ötesinde
Sıvayıp kolları asıldık küreklere

Değişiyor dünya
İnsanlar değişiyor
Ve herşey en başa dönüyor

Bilmesen de, görmesen de
Zaman herşeyi eziyor

Söylenenlerden geriye neler kaldı
Gidenlerin yerini kimler aldı
Güneş rakı burcunda
Biz rock'n'roll burcunda
Yine Ankara'da duman altı

Değişiyor dünya
İnsanlar değişiyor
Ve herşey en başa dönüyor

Bilmesen de, görmesen de
Zaman herşeyi eziyor

Doğru yok, yanlış yok
Gerçek var, kaçış yok
Zevk var, acı var, sevmek yok
Zaman herşeyi eziyor

Kapı yok, pencere yok, çıkış yok
Bugün var, şu an var, yarın yok
Korku var, savaş var, umut yok
Zaman herşeyi eziyor