29 Eylül 2013 Pazar

Haybeden Muhtemel Muhabbetler ##...

- nooluyo lan, yine bi kıpırdanma var vc'de...
- poh stoğu tükenmiş de yardımımızı istiyo yine...
- nihohaha...
- nihohaha...
- ulen hiç düşünmüyo, ölümlü dünya, bunlara değer mi, diye!
- he valla, cehennem var işin ucunda...
- lan aslında, bizim odun stoğu da epey kabardı bu ara..
- e işte kışlık yakıtımız hazır, he he he..
- lan onu demiyom, hani şu "cehennemde ateş yoktur" diyorlar ya, onu şey ettiydim.
- "oraya herkes kendi ateşini götürür" mevzuu mu?
- hee, çeki çeki odun yığıldı bizim hesaba...
- olm ne dert ediyosun, boş veeer, bizim din kolaylıklar dini...
- tabi ya, tövbe var...
- herkesinki kabul olmuyormuş gerçi...
- gavurlarda o iş daha pratik aslında.
- e, orası öyle, papaza anlatıyon, oh, anında defter tertemiz.
- "komşudan geldik" deyip biz de itiraf etsek, işe yarar mı ki?
- olur mu lan öyle şey!
- şaka yaptım olm, bizde daha kralı var, motor sıfırlamanın..
- hac mı diyon?
- tabi olm, ne gidecen her pazar papaza mapaza...
- hem yüzün kızarmadan nasıl anlatacan ki, böyle böyle yaptık diye...
- öyle tabi olm, en efektif temizlenme bizde.
- efektif ne lan?
- e olm, hac işi biraz masraflı, nakit lazım yani...
- orası öyle diye tırsıyom ya zaten.
- yani?
- yanisi, gidememek de var oralara, o zaman iş kötü...
- dönünce de adam gibi yaşamak zorunlu!
- bize gelmez! gelse de, alışmadık bünyede durmaz!
- hııımmm!
- ... ...
- ... ...
- cehennemde adama ne yedireceklermiş biliyon mu?
- öf, dert ettiğin şeye bak...
- niye ki?
- olm, şimdiye kadar bu dünyada ne poh yedik ki orada menü değişsin...
- he valla...
- nihohahhaha
- acık da vc'ye bırak lan, hepsini yeme...
- nihohaha...
- nihahahooo...

22 Eylül 2013 Pazar

Tipsiz en Tırıks: Kelpezen...

Uzun bir aradan sonra tekrar merhaba tipsiz en tırıks köşemizin sevgili okurları.
Üzülerek belirtmeliyiz ki, geçen yazımızdan sonra zorunlu olarak ara vermek durumunda kaldık köşemize.  Sözde, yazımızın içeriğinde gençleri kötü yollara teşvik eden bilgiler ifşa edilmişmiş de, muzır neşriyatmışmış ta, efenim camiaya zararlıymışmış ta, bu işlere heveslenenler okursa İnternet'in hali nice olurmuşmuş ta, falan da filan da diyen sanal alemin kelpezenleri hakkımızda şikayette bulunmuş.

Efenim?
Kelpezen ne mi?
Hı? Yazım yanlışı mı yapmışız?
Doğrusu "Kalpazan" mı diyorsunuz?
Hayır efenim ne münasebet, kelpezen işte.
Bilmiyor musunuz cidden?
Eh, işte tam tipsiz en tırıks'a göre bir konu bu!

Madem öyle, hadi yine riski göze alıp bir iyilik yapalım da bu kelpezenlik mesleğinin özelliklerinden bahis açalım size. Yok yok, öyle bahis değil, "söz edeyim" anlamında yani. Ama bu yazıdan sonra ne kadar küfür yiyeceğimize dair iddiaya girmek isterseniz ona bir şey diyemeyeceğim! Bahisler açılmıştır!

Efenim kelpezen olmak herkesin harcı değildir, öncelikle onu belirtelim. Kelpezenliğe soyunan kişinin kendini yetiştirmiş, prezantabl, ikna edici, ağzı laf yapan, kuçu kuçu ve hoşt kelimelerini İstanbul Türkçesiyle takılmadan söyleyebilen, ama en önemlisi kelplerden korkmayacak kadar tahir bir yapıda olması gerekir.

Evet, anlayacağınız üzere kelpezenlik gözünüze kestirdiğiniz ve sizde nefret uyandıran tipleri ezmeye çalışmak üzerine bir faaliyet alanıdır. Ancak bu faaliyet yalnızca sanal alem imkanlarına bağımlı olduğu için İnternet ortamında yürütülebilir. Forumlar bu iş için ideal mekanlardır. Özellikle iş tutulan mekanda idareci konumda olmak büyük avantajdır. O yüzden kelpezenler işe girişmeden önce bu konumu elde etmek için uğraşmalıdırlar.

Kelpezenlerin çalışma yöntemi aslında çok basittir ve benzeştiği sözcüğün faaliyet alanından da azcık anlamayı gerektirir. Elinizin altında kullanıma hazır bol miktarda sanal kimlik, mahlas ve rumuz çerçevesinde sahte kişilik yaratmak icap eder. İşte kendini yetiştirmişlik ve prezantabl özellikleri bu konuda işe yarar. Yaratılan sanal kimliklerin birbiriyle karışmaması için ağzı laf yapmak, ikna edicilik ve açık vermeden yalan söyleyebilmek de önemlidir. Yalanları yakalanırsa hemen el altındaki bir başka mahlastan destek çıkmak ve izleyenleri inandırmaya çalışmak fayda sağlar. Hele bir de oyunculuk yeteneğiniz varsa, kim tutar sizi, kesinlikle bu iş için yaratılmışzınızdır!

Gözlerine kestirdikleri kelpi yarattıkları sanal kimliklerle kandırmaya çalışırlar. Kimi mahlasları aracılığıyla kuçu kuçu der kendilerine çeker, kimisiyle hoşt diyerek sonunda ezme eylemini gerçekleştirecekleri kuytuya doğru kıstırmaya gayret ederler. Kimi kelpezenler sözcük dağarcığını geliştirmiş, "geh geh" nidasını benimsemiştir. Ama kelpezenin hası, kurbanını hiçbir şey anlamaya fırsat vermeden temize havale edebilendir. Bu noktaya gelene kadar çok çaba sarf edilmeli ve istikrarla çalışılmalıdır. Pratik yapmak için hiç bir fırsat kaçırılmamalı, hatta fırsatlar yapay olarak yaratılmalıdır.

Kelpezenin çağ atlamış, işinde duayenleşmiş olanları, aslında dost canlısı olan kelpleri başkalarına saldırtmak için de kullanabilir hale gelmişlerdir. Bu işlem için genellikle "tuf tuf" veya "tut oğlum" gibi komut cümleleri geliştirilmiştir. Görevi başaran kelpleri şekerle ödüllendirdikleri de görülür. Ancak bilindiği üzere, şeker kelplerin gözlerine zarar verir ve bu şekilde sık sık ödüllendirilirlerse körlük gibi istenmeyen sonuçlar meydana çıkabilir. Gerek komutları yerine getiremeyen gerekse körleşerek işe yaramaz hale gelen kelpler de hemen ezilmelidir onlara göre.

Tasmayla dolaşmaya alıştırılabilen, otur, kalk, yuvarlan, saldır gibi komutları kolayca öğrenen kelpler kelpezenlerin yanında uzun süre barınabilirler. Maalesef gözlemlerimiz bu kelplerin sonunun da ezilmek olduğunu göstermektedir, çünkü kelpezenlerin en sevdikleri eğlence türü kelp dövüşüdür. İçerdiği vahşet nedeniyle yasaklanmış olan bu eğlence kelpezenler için vazgeçilmez bir heyecan kaynağıdır. Dönen büyük bahisler aynı zamanda bir geçim kapısı haline de getirir kelp dövüşlerini. Polis baskını, hayvanseverler tarafından ifşa edilmek gibi tehlikelerin yusuflatıcı etkisi ayrı bir hazzı da beraberinde getirir kelpezenlere.

Bir dönem belediye itlaf ekiplerinin aranan personeli olsalar da günümüz koşullarında hayvan hakları yasaları nedeniyle işsiz kalmaları üzerine, mesleki profesyonel becerilerini daha karlı bir mecraya yönlendirmişlerdir.  Haliyle, toplum tarafından pek hoş karşılanmayan bir meslek grubu olduğu için takke düşüp kel göründüğü durumlarda halk arasında farklı şekilde anıldıkları da olmaktadır.

En sevdikleri deyişin; "havlayan kelp ısırmaz", en sevdikleri mekanın; Hayırsızada olduğunu belirtelim ve kelpezen olmaya heveslenenlere her ihtimale karşı ilkyardım çantası ve kuduz aşısını yanlarından ayırmamalarını önererek, ileriki meslek hayatlarında başarılar dileyelim.

Yazımıza son verirken sizleri kelpezenlerin en sevdiği şarkıyla baş başa bırakıyoruz.


Meraklısına Not:
Grup Bunalım'dan dinlediğiniz parçanın yaklaşık 1500 yıl önce yazılmış olan güftesini Can Yücel Sanskritçeden çevirmiştir. Parçanın son bölümünde ortaya çıkıp bir nevi hariçten gazel okuyarak grup elemanlarını sözügeçen kelpe saldırmaya teşvik eden kişi o dönemde grubun menajerliğini de yapan ünlü sanatçımız Cem Karaca'dan başkası değil. Kendisinin Toto ve Mehmet Karaca gibi iki ünlü tiyatro sanatçısının evladı olduğunu hatırlatarak anne-babasını da anmış olalım.

16 Eylül 2013 Pazartesi

Parodi...

Raporlarını çok geç değerlendirdiğim konusunda şikayet etmiş VİZ. Olay ufkunda karadeliğin çekiminden kurtulamayıp durma noktasına yaklaşır zaman. Burada fiziksel süreçler onun sanal süreçleri gibi girdaba yakalanmış zamandan bağımsız değildir. "Hemen" dediğimiz an bile böyle bir zamansal akışta sonsuza yayılabilir. Kimbilir bu son raporuna verdiğim yanıtı alması ne kadar sürecek ve kimbilir ne kadar dırdır edip kafamı ütüleyecek.

VİZ'in raporlarından çıkarsadığım bir sonuç da, günümüzde gerçeğe olan ihtiyacın yerini inancın aldığı yolundaki söylemimi bir türlü kavrayamamış olduğu. Postmodern düşünürlerin fikirlerini temel alan ve kötülüğün dünyamızda nasıl egemen güç olabildiğini açıklayan görüşlerle onu yormak istemiyorum. Onu yorarken yorulmak da var çünkü, damarı tuttuğunda direnci artıyor, malum. Kendi çıkarı doğrultusunda olmadığı için gerçeğe sırtını çeviren ve işine gelenlere inanmayı yeğleyenlerin kötülüğün hizmetine girdiği ve Baudrillard'ın deyimiyle, bir anlamda ruhlarını şeytana sattığını anlatıp VİZ'i ikna etmek için kırk dereden su getirmem lazım. Üstelik konumuz ruhunu satanlar değil, onlar seçimlerinin sonucuyla nasılsa yüzleşiyorlar, bizim asıl konumuz Müşteri... Ve belki de müşteriyi kazıklayıp ona pabucunu ters giydirdiğini sanan yeni nesil tacirler. Hem alım hem satım yapar onlar, kar hangisindeyse onlar da oradadır.

VİZ'in "Çok gizli" kaydıyla gönderdiği raporu kah gülümseme, kah takdir, kah şaşkınlıkla okudum. Önemli konulara değinmiş, saptamalarını nesnel temeller üzerine kurmuş. Çözümlemelerine katılmakla beraber çözüm önerilerine şüpheli bakışımı sürdürüyorum.

Kendisinden beklediğim gibi ayrıntıcı bir yaklaşımla blog yorumcularını değerlendirmiş; farklılıkları, benzerlikleri, gösterdikleri ve karanlıkta bıraktıkları yüzleriyle olası amaçlarını saptamaya çalışmış. Örtüştüğümüz noktalar ve üzerinde yoğunlaştığımız yorumcular çoğunlukla aynı olsa da ayrı düştüğümüz konular var. Çıkarsamaları kimi zaman beni büyülüyor ama çıkış önerileri hakkında aynı şeyi söyleyemeyeceğim.

Gariptir, aslında olaylara yukarıdan bakarak net ve kişisellikten arınmış değerlendirmeler yapması, beni törpülemesi için kurguladığım VİZ, beklentilerimin tersine bir biley taşı gibi keskin kılmak istiyor beni.

Yapay zekasının tasarımım doğrultusunda işlemesi için birkaç alt rutin yazmam daha gerektiği hissine kapıldım raporunu okurken.

"Büyüğüm" seslenişinin sahibinin "Ne Diyorsak O!" seslenişiyle zaman zaman kılık değiştiren bir Snaylon klonu olarak Vipcortist yayınlarına sızdığı ve bu tür eylemlere kayıtsızlığım nedeniyle ileride her boyutuyla olası tehlikeli sonuçlara hazır olmam gerektiğine dikkat çekmiş. Sızıntı konusunda haklı, olası sonuçlar konusunda da, ama kayıtsızlık! Hayır.

Onun kayıtsızlık olarak nitelediği şeyin aslında veri toplama süreci olduğunu defalarca söylediysem de, sonuca ulaşmak için aceleci yaklaşımı tutumumu kayıtsızlık olarak değerlendirmeye itiyor onu.

Yayınlarımızda dile getirdiğimiz düşüncelerin fikri sabitler çerçevesinde kaleme alınan komplo teorileri olduğu zannını yaratma hevesinden yola çıkan Ne Diyorsak O'nun, uç noktada abartılı taklit yoluyla bir tür parodimi sahnelediği konusunda hemfikiriz VİZ ile. Taklit etmek kişiye yapılabilecek övgülerin en büyüğü. Parodi yoluyla alaycı taklit bile olsa... En azından, dominant olanın ilanı bu tür bir öykünme. O nedenle sorun değil, hatta eğlenceli bir yön kazandırdığını da düşünüyorum Vipcortist'e.

İri laflarla ürettiği teorilerin, adeta "komplo öyle olmaz böyle olur," mesajıyla yüklü olduğunun da farkındayım elbette. VİZ'in de saptadığı gibi fazla tiyatral ve bilinen gerçekleri orantısız çarpıtma eğilimiyle kendini ele veriyor. O nedenle savlarında samimiyet aramak yanlış olacaktır, ama aynı şekilde tamamen gözardı etmek de öyle.

Komplo teorisinde onu üreten akıl, bir denklemde, ilişkilendirmek istediklerini bilinmeyen değişkenlerin yerine koyup birer birer sınayarak olası sonuçlara ulaşmaya çalışan bir işlemci gibi davranır. Süreçlerini de olaylardan olduğu kadar önkabulleri ve hedefleri arasındaki bağıntılar üzerinde yürütür. Önermeleri yalancıktan bile olsa, o zihin ileri sürdüğü teorinin unsurlarını değerlendirmiş ve bir olabilirlik hesabıyla sağlamasını yapmıştır. Bu anlamda komplo teorisi olasılıklara hazırlanmak için yol göstericidir ve baz aldığı veriler gerçeklere dayandığı sürece vardığı sonuçlar hatalı olsa bile dikkate değerdir.

NDO karakterinin sunduğu önermeler ise aynen karakterin kurgulanmasında sergilenen başarıyla aktarılıyor yorumlarına. İçimdeki ses de, VİZ'in raporları da böylesine kurgusal bir tipleme olan NDO'nun savlarını tutarlıkları bakımından her aşamada denetlemek gerektiğini söylüyor, alarm zilleri eşliğinde. Sağlama yapma imkanımın kaos koşulları nedeniyle kısıtlı olması tek endişe kaynağım. Zira kirlilik üretmek için kurgulanan komplo teorilerinin yalnızca hasımlarını değil, gerçeği de, gerçeği arayanları da kirletmesi riski var. Zaten kirlilik üretmek gibi bir art niyet ile ortaya atıldıklarında komplo teorisi kapsamından çıkıp iftiraya dönüşür ileri sürülenler.

Yine de bu karakterin kurgulanışındaki zekayı ve icraatındaki tutarlılığı takdirle karşılamak gerektiğini düşünüyorum. Ola ki, Müşteri'nin cazibesidir böyle düşünmemi sağlayan. Zeka ve beceriyle örülüdür onun albenisi! O ki illüzyonlar yaratır, reklamla cehennemi pazarlar adama.

Reklam! Vay canına! Ne Diyorsak O, ha!?
Zamanında, en yakın güneş sisteminin üzerinde hayat barındıran tek gezegenindeki üçüncü dünya ülkelerinden birinde sömürgeci güç olarak faaliyet gösteren çokuluslu bir petrol şirketinin reklam filminde kullanılmıştı bu slogan "Ağzı olan konuşuyor" sloganıyla birlikte. Her ikisi de dile dolanan cinsten, akılda kalıcı... Belki NDO'nun da diline dolanmış, belleğinde iz bırakmıştır. Kimbilir belki çok daha doğrudan bir ilişki vardır. Ya da tamamen alakasızdır, peşine düşüp zaman harcamaya değmezdir. Ama her bir olasılığı elemeli. Üçüncü kişilere imkansız görünse dahi hiçbir ihtimali değerlendirme dışı tutmaya gelmez bu kaos günlerinde. Hele ki, insanın temel dürtülerinden biri olan "bilinmek isteği" semptomlarının akıl oyunları yapma heveslisi bir bünyede kendini ne şekilde göstereceğini kim kestirebilir?

Kısacası tedbiri elden bırakmamalı, ama NDO'nun özgürlük alanını da kısıtlamamalı, ki bize zihninin nasıl işlediğiyle ilgili verileri aktarmayı sürdürsün, kimliğiyle ilgili ipuçları da yolumuza serilir bu arada.

Neyse, şimdiden ne fazla pimpiriklenmenin ne de VİZ'in önerdiği gibi biri bilimi diğeri adaleti simgeleyen iki dilli Zülfikar'ımızı çekip yalın kılıç üzerine giderek ürkütmenin alemi yok NDO'yu. Müşteri'ye dahi Kurucu izin vermiş mahşer gününe kadar, biz kimiz ki Kurucu'nun bilgelik yolundan sapalım! Yan karakteri "Büyüğüm" gibi onun da IP'sine im koymak ve icraatlarını seyretmeyi sürdürmek en doğru yol şimdilik.